FORUM ANA SAYFA
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.



 
AnasayfaPortal*GaleriAramaLatest imagesKayıt OlGiriş yap

 

 ZÜLCENAH HZ ALiNiN ATI

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
taz
Sitenin Onur Üyesi
Sitenin Onur Üyesi
taz


Erkek Mesaj Sayısı : 1497
Yaş : 45
Kayıt tarihi : 18/04/08

ZÜLCENAH HZ ALiNiN ATI Empty
MesajKonu: ZÜLCENAH HZ ALiNiN ATI   ZÜLCENAH HZ ALiNiN ATI Icon_minitimePerş. Mayıs 29, 2008 12:11 am

Eserin Adı: Kerbela'da Peygamberin Atı
Yazar : Seyyid Mehdi ŞÜCAİ
Çeviren : İsmail BENDİDERYA

begeneceginizi umdugum bir kitap kopyası cok uzun ama bilgisayarınıza kopyalarsanız daha sonra okuyabilirsiniz...

1.Bölüm
Hayvanların da Dili Vardır...
Kim
demiş hayvanların dili yok diye? Kalbi olan canlının dili olmaz mı hiç?
Yüreğe sığmayan nice dert-lerini nasıl dile getirir o zaman? Rabbine
nasıl raz-u niyazda bulunur O'nu tesbihte? Kalbinden taşan acıları
dilinin küheylanına bindiremezse, çatlamaz mı yüreğin sabır taşı?

Hele benim acım!... Hele benim derdim!...

Bak, anlatması bile zor işte. Hatırlaması bile pek zor, inan...

Nice
bir zaman güneşi omuzlarımda taşıdım ben. Yıldızlar gözümün önünde
birer birer yere düşerken, güneşle birlikte kan ağladım sessizce.

Ama güneş de vurulunca...

Vurulup da yere düşünce...

O
acı olayı her gün hatırlamak, sana anlatırken o büyük hadiseyi her gün
yeniden yaşamak ve her gün bir kez daha ölmek benim kara yazım olsa
gerek. Baş-tan beri benim alınyazım da buydu zaten. Ama yü-celer yücesi
Yaradan'ın takdiri böyle olmasaydı, bu olayın vukuu kesinlikle
imkânsızdı elbette.

Tepeden tırnağa bütün vücudum yaralar
içindeydi; kan teknesine düşmüş gibiydim. Her yanımdan kan süzülüyordu.
Ölümüm muhakkaktı. Nasıl sağ kalabildiğime ben de şaşıyorum doğrusu.
Allah-u Tealâ'nın takdiri işte... Yoksa, kesinlikle gidiciydim ben.

O
biricik insanla hâl diliyle gönül sohbetine koyulduğum o uzun yolculuk
boyunca kendi kendime hep konuşup durdum. "Ölümden, hem de mutlak bir
ölüm-den kurtulmamın nedeni, herkese seni anlatmakla görevli olmamdı
galiba" diyordum kendisine.

Şimdi de öyle düşünüyorum aslında;
evet, o belâ çölünde kopan o fitne fırtınasından sağ kurtulabilmemin
tek sebebi, o olayın canlı şahitliğini yapabilmem ve o dehşetli
vakıanın görgü tanığı olabilmemdi kesinlikle.

Otur Leyla!
Asırlarca dert çekmiş, nice Eyyupların acısını bir günde ve bizzat
yaşamış olan garip Leyla... Tarifi imkânsız kederlerle dolu o yaşlı
gözlerini, böylesine hüzünle dikme bana, n'olur! O yanıp kavrulan
yü-reciğinin, şu gam dolu bakışlarının yükünü çekemem ben Leyla!

Taşıyamam vZÜLCENAH HZ ALiNiN ATI Allahi ben bunca ağırlığı. Fil olsa yere kapaklanır bunca acının ağırlığı altında.

Her gün yaralarıma merhem sürdün özenle, her gün yaralarımı tımar edip okşadın şefkatle...

Ve buna karşılık ben...

Beni her görüşünde yaralarının tazelenmesine sebep oldum senin...

Beni her görüşünde bir yarayla daha vurulmuş oldu ciğerin...

Öyle
bakma, n'olur... Kolu kanadı kırılmış bir kadının böylesi kederli
bakışlarına kim tahammül edebilir ki?! Senin gibi büyük bir kadını şu
zincirlere vurulmuş hâliyle görüp de yere yığılmamak, şu gözyaşlarına
şahit olup da hayatta kaldığına bin pişman olmamak mümkün mü?

Allah'ım!
Ne kadar da zormuş gerçekten... Şu "Ey-yup sabrı" denilen... Hz. Eyyup
(a.s) olsaydı, dayanabilir miydi bunca acıya gerçekten?

Görüyor
musun Leyla, beni ağlattın işte... O dehşet son sayfalarını gel de
benim gözlerimden oku şimdi. Kapanmak üzere olan şu defterden...

Yaşama
gücü kalmadı bende artık. Sırf şu yükü in-dirmek, şu emaneti menzile
kadar götürebilmek ve son satırları bizzat yazabilmek için hayattayım
birkaç dakikalığına...

Bu can, bu kırık kafeste durmaz artık...

Hele sürücüsüz kaldıktan sonra...

Ah!

Hatırlaması bile zor gerçekten, anlatması bile imkânsız hepten! Unutmak ama, bütünüyle imkânsız onu!

O kanlı macerayı anlatmaktan daha zor bir görev var mı?

Oturup
da bir yiğidin mersiyesini o yiğidin annesine okumaktan, annesinin
yanında bir yiğide ağıt yakmaktan daha zor bir şey tasavvur edebiliyor
musun?

Bir at, binicisinin vurulduğunu nasıl söylesin annesine?

Söylemeliyim ama... Son görevim bu benim çünkü. Yerine getireceğim, son vazife...

Söyleyeceklerim bitince, son nefesimi de vermiş olacağım böylece.




Ölümsüz Hayat
Bir zamanlar en büyük arzum, ölümsüz olmaktı. Sonsuz bir hayat... Şimdiyse en büyük arzum, bir an önce can verip kurtulmak...

Atlar arasında yaygın bir mesel vardır. Bir at çok yaşayacak olsa, "Peygamber bineği olsa gerek!" derler.

Doğrudur ama...

İnsanlar "hayat iksiri"ni nasıl ölümsüzlük olarak bilirlerse, atlar da "Peygamber bineği olma"yı ölümsüzlük sayarlar.

Bir
ata; "Nasıl ölümsüz olabilirim?" diye soracak olsan, gülümseyerek;
"Olmaz öyle şey" der; ama "Peygamber bineği olursa, o başka!" diye
hemen eklemeyi de ihmal etmez.

Ama bu da zaten imkânsız değil mi?

Çünkü
Hz. Peygamber (s.a.a) şunun şurası birkaç yıl zuhur etti; ama ben
kendimi bildim bileli bu deyim atlar arasında hep yaygın olagelmiştir.

Bu arzuyla yaşamış ve sonunda bu hasretle mezara girmiş nice atlar bilirim...

Ama
bu "imkânsız arzu"; iki cihan serveri Hz. Resulullah'ın (s.a.a) dünyaya
ayak basarak yeryüzünü Muhammedî ıtırla elvan elvan doldurmasının
ardından "mümkün bir hayal" oluverdi! Babam "Eyezdeb"le, onun babası
"Kabil" bu arzuyla yaşadılar; çünkü bizim soyumuz olan "Fırtına Atlar"
arasından bir atın, "Peygamber atı" olacağını duymuşlardı.

Onlar
bu arzularına ulaşamayıp hasretle dünyadan göçtüler; ama ailemize
ulaşan o kadîm haber doğru çıktı ve babamla dedemin yolunu gözleyip
durdukları talih kuşu benim başıma konuverdi!

Ah! Sevinçten uçacak gibiydim o sırada.

Seyf
b. Zîyezen beni beş yaşındaki minik Muham-med'e (s.a.a) hediye edince,
onu itinayla sırtıma bindirmişlerdi; ama ben binicimin kim olduğunu
bildiğimden sevinçten şaha kalkmış ve arka ayaklarım üzerinde
yaylanarak göklere kanatlanmak istemiştim.

Peygamberin (s.a.a)
amcaları bu sırada korkarak o-nu indirmek istemiş, ama o güneşler
güneşi gülümsemesiyle onlara el sallayarak; "Korkulacak bir şey yok! Bu
at, beni tanıdığı için birdenbire coşuverdi, sevincinden böyle yapıyor!
Ukab[1], sahibini sırtından atmayacak kadar akıllıdır!" demişti.

Nasıl da bilmişti bunu! Ben onu sırtımdan atar mıydım hiç? Aklı başında hangi mahluk sırtındaki talih kuşunu ürkütür?

Hem;
eğer o Muhammed (s.a.a) değildiyse, benim Ukab olduğumu nereden
bilmişti? Seyf benim adımı onlara söylemiş değildi ki daha.

İnanmayacaksın
ama her şeyi unutmuştum o sırada; hatta ölümsüzlüğü bile! Ölümsüz bir
hayatı ne yapacaktım artık? Üstelik, bana ölümsüz bir hayat verilmiş
olsaydı bile minik Muhammed'i (s.a.a) bir lahza olsun sırtımda
taşıyabilmeyi o hayata tercih ederdim ben! Ama yüceler yücesi sevgili
Yaradan, hem Hz. Peygamberi (s.a.a) vermişti bana, hem de uzun ömrü.

Nitekim
o iki cihan serverinin bereketiyle nimet ve mutluluk yağmur gibi yağdı
bana. Hz. Peygamberden (s.a.a) sonra, kendi vasiyetiyle, Hz. İmam
Ali'nin (a.s) atı oldum. O hazretten sonra İmam Hasan'ı (a.s) ve ondan
sonra da İmam Hüseyin'i (a.s) sırtımda taşıma şerefine kavuştum.

Daha sonra İmam Hüseyin (a.s) "Zülcenah"a sahip olunca beni, oğlu Aliekber'e hediye etti.

Aliekber...!

Hz. Resulullah'ın (s.a.a) tıpatıp aynısı. Bir elmanın iki yarısı sanki!

Bu
uzun ömrün sırrını anlayan ilk at ben olsam gerek. Güneşleri sırtımda
taşıdığım bu 110 yıl boyunca zamanın nasıl geçtiğini fark etmedim bile.
Kimine pek uzun gelebilecek bu yılları bir an yaşadım ben.

Ta ki, Kerbelâ'ya ayak basıncaya kadar...

Aşura tırpanı savrulunca, anladım ne kadar uzun yaşamış olduğumu.

O güzel günler, nasıl geçtiğini bile fark edemediğim o tatlı yıllar, bir çırpıda tırpalanıverdi acımasızca.

Ağlama Leyla!...

Gerçi o hadiseyi hatırlayıp da ağlamamak elde değil; ama ne gelir elden ?..

Yüz on yıl boyunca hiç yaşlanmamış olan ben, A-şura günü yüz binlerce yıl ihtiyarlamış olduğumu hissettim.

Evet,
o faciadan bu yana, yani şu birkaç gün zarfında; tarih boyunca gelmiş
geçmiş bütün atların acısını tek başıma yaşadım ben.

Çökmemek, yıkılmamak, volkan üzerine düşen bir damla yağmur gibi bir anda eriyip yok olmamak elde mi bunca elemden sonra?

Yaşamak ne kadar da zor gelir oldu bana...

Binlerce yıl yaşamışçasına, bitkin asırların derdini çekmişçesine yorgun ve bezginim Leyla.

Bu bitkinlik ve tükenmişliğin tek merhemi ölümdür artık.

Ölümü nasıl özlediğimi bir bilsen şimdi
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://www.canmuhammed.ile.biz
 
ZÜLCENAH HZ ALiNiN ATI
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
FORUM ANA SAYFA :: «««««Edebiyat Bölümü»»»»» :: Kitap Tavsiye Bölümü!...-
Buraya geçin: