FORUM ANA SAYFA
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.



 
AnasayfaPortal*GaleriAramaLatest imagesKayıt OlGiriş yap

 

 BİR MECZUBUN RÜYASI

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
taz
Sitenin Onur Üyesi
Sitenin Onur Üyesi
taz


Erkek Mesaj Sayısı : 1497
Yaş : 45
Kayıt tarihi : 18/04/08

BİR MECZUBUN RÜYASI Empty
MesajKonu: BİR MECZUBUN RÜYASI   BİR MECZUBUN RÜYASI Icon_minitimePerş. Mayıs 29, 2008 12:23 am

Oktan Keleş, 1999 yılında başlayıp 2005 yılına
kadar devam eden ‘görüşmelerini’ Kırk Kandil Yayınları’ndan
çıkan ‘Bir Meczubun Rüyası’ adlı kitabında anlatmış. Kitapta İlhami
Abi adıyla sunulan Hızır Aleyhisselam, gündelik hayatın akışını
sorgulayan Âdem adlı gence (Oktan Keleş), ledün ilminden sırlar
vermekle kalmıyor, cephesi her yer olan bir savaştan ve bu savaşta
yüklendiği rolden de bahsediyor.


Oktan Keleş kitabında, görüştüğü İlhami Abi’nin Hızır Aleyhisselam
olduğunu veya ondan sırlı bilgiler aldığını iddia etmiyor. Ancak
Aksiyon’a verdiği demecinde kendisinin tıpkı Ladikli Ahmet Ağa gibi
Hızır’la yaptığı görüşmeler hakkında ‘konuşma izni verilenlerden’
olduğunu ifade ediyor. Yine Kırk Kandil Yayınları’ndan çıkan Mustafa
Özdamar imzalı ‘Ladikli Ahmet Ağa’ isimli kitapta, bu kez Osmanlı’nın
son dönemlerinde yaşamış, Gazze cephesinde ölüme terkedilmişken Hızır
Aleyhisselam tarafından kurtarılıp kendisine ‘hikmet öğretilmiş’
Ahmet Ağa’nın keramet ve ibret dolu hikayesi anlatılıyor. Hızır’la
görüşenlerin çok olduğunu, hatta pek çok insanın bunun hiçbir zaman
farkına varmadığını söyleyen Oktan Keleş, bunlardan çok az bir
kısmına bu konuda konuşma izninin verildiğini hatırlatıyor. Keleş,
Hızır’la görüşmenin bir üstünlük veya ayrıcalık değil, bir lütuf
olarak görülmesi gerektiği uyarısında da bulunuyor.


Yine de büyük peygamberlerden birine öğretmenlik yapmış bir zatla
görüşmek, ondan ders almak, onun izni ve emriyle insanlara mesajlar
ulaştırmak hafife alınacak iş değil. Hızır’la görüşmenin, onunla
yolculuk yapmanın hiç de kolay olmadığını bizzat Hz. Musa’nın Kehf
Suresi’nde anlatılan kıssası gösteriyor. İki suyun buluştuğu yerden
geri dönüp, Hızır Aleyhisselam’la buluşan Hz. Musa, Kur’an’ın adını
bildirmediği bu bilge kişiye öğrenci olmak ister. Bu bilge kişi, iç
yüzüne vâkıf olamayacağı olaylar sebebiyle bu beraberliğe
sabredemeyeceğini söylese de, Hz. Musa’nın ısrarı üzerine talebi
kabul eder. Yolculuk sırasında bu zat önce bindikleri gemiyi deler,
sonrasında bir çocuğu öldürür ve nihayet şehir halkı kendilerini
misafir etmediği halde orada yıkılmak üzere olan bir duvarı düzeltir.
Hz. Musa her bir olay karşısında şaşkınlık içinde kalır ve sebebini
sorgular. Bilge kişi de Hz. Musa’nın sabırsızlığı nedeniyle yolculuğu
sona erdirir ve yaptığı işlerin hikmetlerini birer birer anlatır.
İslam âlimleri gerek bu bilge kişinin, gerekse asırlar sonra Hz.
Süleyman’ın talep ettiği Belkıs’ın tahtını göz açıp kapayana kadar
getiren zatın Hızır (as) olduğu kanaatindedirler.


Oktan Keleş sadece Hızır’ın görüştüğü kişiler hakkında yanlış
kanaatler olmadığını, Hızır’ın da aksakallı bir pir-i fâni olması
gerektiği yönünde saplantıların olduğunu söylüyor. “Öyle yırtık
pırtık elbiseli bir dilenci görmeyi bekler insanlar. Pekala gayet
modern elbiseli biri olarak da görünebilir Hızır Aleyhisselam.” diyen
Keleş’e göre Hızır’la görüşmeler bizzat yaşadığımız hayat tabakasında
gerçekleşiyor. Bu meselenin sadece inançsız insanlar tarafından
değil, İslam âlimlerince de ihmal edilmiş olduğundan yakınan Keleş,
tayy-ı mekan gibi meselelerin akla hiç de uzak olmadığını, bazı dünya
devletlerinin bizim gizli ilimler dediğimiz bu konuları açıktan
araştırdıklarını söylüyor.


Aynı konulara değinen Ladikli Ahmet Ağa’nın anlattığına bakılırsa
kendisi de Hızır’la görüşmüş ve Hızıriyet makamına çıkmış olan
Bediüzzaman Said Nursi de Hızır’dan (as) bahsederken, “Hızır (as)
hayattadır, ancak onun hayatı ikinci derece hayat olduğundan birçok
âlimler hayatta olmadığını düşünmektedirler.” şeklinde not düşmüştür.
Hızır’ın (as) bu farklı tabiatı nedeniyle halk arasında ‘ihtiyacı
olanın yardımına koşan’ şeklinde bir sıfatı vardır. Bu yüzden halk
arasında “Hızır (as) imdadımıza yetişti.” tarzında söylentiler
yayılmıştır. Yine bu söylem çerçevesinde Hızıriyet makamı dediğimiz
Hızır makamına çıkıp da Hızır’dan ders alan velilerin olduğu,
bunların Hızır gibi darda kalanların imdadına koştuğu, bu yüzden de
onların da Hızır’ın kendisi sanıldığı bilinir.


Böyle bir Hızır yardımına muhatap olanlardan biri de Melek Nine
(Adını vermek istemediği için bu adı kullanıyoruz.) Melek Nine on yıl
kadar önce İstanbul yollarından birinde karşıdan karşıya geçerken
orta yaşlı birisi yanına gelip ona yardım etmiş ve elindeki eşyaları
yolun karşı tarafına geçirmiş. Bundan çok memnun olan Nine; “Hızır
gibi yetiştin oğlum. Allah razı olsun.” demiş. Orta yaşlı
adam, “Hızır’ı görmek istiyorsan yarın Eyüp Sultan Camii’ne git.
Orada aksakallı, sen yaşlarında birisi seni bekleyecek.” demiş. Melek
Nine hikayenin gerisini şöyle anlatıyor: “Bana çok tuhaf geldi. Zaten
unuttum. Aradan üç gün geçti, aklıma geldi. Biraz da merakımı
gidermek için Eyüp Sultan Camii’ne gittim. Camide cenaze vardı, çok
kalabalıktı. Orada Hızır aranır mı? Sonra birden avlunun ortasında
sakallı birisinin bana baktığını gördüm. Yanına yaklaşıp, ‘Sen Hızır
mısın?’ dedim. ‘Üç gündür seni bekleyen benim.’ cevabını verdi. Sonra
donup kalmışım, kalabalıkta kayboldu aksakallı.” Melek Nine’nin Hızır
ile görüşmeleri bundan sonra devam etmiş. Anlattığına göre Hızır ona
sadece İstanbul surlarının içinde görülüyormuş. Melek Nine Hızır’dan
bahsederken bir mahalleliden bahseder kolaylığında konuşuyor: “Her
zaman değişik şekilde görüyorum. Allah razı olsun bana çok yardımcı
oluyor. Konuşuyoruz, bana yol gösteriyor. En daraldığım anlarda
karşıma çıkıyor.”


BU KEZ YARDIM DEĞİL MÜCADELE İÇİN GÖRÜŞÜYOR


Hızır’ın insanlarla görüşmesinin temelde ‘zamana atılmış bir neşter’
olduğunu söyleyen Oktan Keleş, bu görüşmelerin bazen yardım, bazen de
mücadele ve mücahede için olduğunu söylüyor. “Zülkarneyn, Yecüc Mecüc
duvarını onararak zamanın yönünü nasıl değiştirmişse, Hızır’ın da
yaptığı müdahalelerle tarihin yönünü değiştirmesi söz konusu.
Çanakkale’de o vardı, Kıbrıs’ta, Kore’de vardı. Melekler gibi, Rical-
i Gayb dediğimiz insanlar da cephede yer almışlardı. Bunları çok
gören, onlardan ders alanlar olmuştur.” şeklinde konuşan Keleş’i
onlarca hatıra doğruluyor.


Oktan Keleş’e göre Hızır’ın kendisiyle görüşmesi de Kıbrıs gibi, Kore
gibi tarihin seyrini değiştirmeye yönelik müdahalenin küçük bir
parçası. Hızır’ın kendisi vasıtasıyla bazı plan ve projeleri dünyaya
duyurarak akim bırakmaya çalıştığını söyleyen Keleş, Hızır’la
görüşmeden önceki halini kitabında ‘akışın bir parçasıydım’ diye
tasvir ediyor. Oysa şimdi perde arkasında büyük bir mücadelenin
olduğunu görmüş. Tarih boyunca varlığı devam etmiş olan bir ‘şer
cephesi’nin bugün korkunç bir planla İslam coğrafyası üzerindeki
emellerini hayata geçirdiğini söyleyen Keleş, ‘cephesi her yer olan
bir savaş’tan bahsediyor. “Bu hak-batıl savaşının devamıdır.” diyen
Keleş’in verdiği bilgilere göre şer cephesinin içinde bizzat
şeytandan emir alan, adeta insî şeytanlar diyeceğimiz kişiler de var,
şeytanın kalplerini kötülüğe meylettirdiği ve fakat yaptıklarının
şeytani ve kötü olduğunun farkında bile olmayan insanlar da.


Oktan Keleş’in cephesi her yer olan savaş dediği mücadele kültürel,
sanatsal, hatta şehir planlamasına bakan boyutları olan bir
savaş. “Müziği alet ettiler. Her kavmin bir notası var. Türk-Osmanlı
müziği bir hüzün, bir zarafet, bir incelik müziğidir. Adeta Kur’an
musikisiyle örtüşen bir müziktir. Bunun yerine neleri ikame ettikleri
ortada. Dede Efendiler, Itriler milletimize cenaze marşı gibi gelmeye
başladı.” şeklinde konuşuyor. Hemen Hızır’ın müzikle ne işi olur
demeyin. Keleş’e göre hayatın da bir notası var ve insan bu nota ile
insanlığını bilir. Şer cephesi bu notayı bozarak insana ve vicdana
ait değerlerin her türlü görünümünü yok etmeye çalışıyor.


İLLUMİNATİ DEĞİL KÜLTÜR SAVAŞI


Oktan Keleş İlluminati benzeri bir ‘şeytanın işgali’ iddiasından daha
öte, şeytanın varlık sebebi olan insanlığı dinden ve inançtan uzak
tutma hedefiyle alakalı bir savaştan ve Hızır Aleyhisselam’ın bu
savaşta oynadığı rolden bahsediyor. Şer cephesi biyonik insan
üretmekten hususen Türk dilinin yozlaşmasına kadar bir dizi proje
yürütüyor. Türkçe’de kutsala ait bütün kelimelerin yok edilmesi veya
anlam ve his kaymalarına uğratılmasının da projelerin bir parçası
olduğunu söyleyen Keleş’e göre şer cephesi İslam coğrafyasının
kaderinin Türk hâkimiyetinde olduğunu biliyor. Bu sebeple de Türk
milletinin İslam’la bütün bağlarının koparılması herhangi başka bir
milletin yozlaştırılmasından daha önemli.


Keleş, “Vakıf mallarını, mezar taşlarını yok etmeye çalışıyorlar.
Temelde İstanbul’un silueti değiştirilmeye çalışılıyor. İnsanların
zihninde minarelerin göğü deldiği bir İstanbul şekli vardır. Şimdi
bunun yerini gökdelenlerin aldığı bir şekil oluşturuluyor. Galataport
da böyle bir projeydi.” şeklinde konuşurken bir uyarıyı sıklıkla
yapıyor. Bu projelerde yer alan herkes direkt şeytanın emrindedir
diye bir şey yok. Bazılarını para, bazılarını piyasanın şartları,
bazılarını rekabet sürüklüyor. Ama bunların hepsinin arkasında
şeytani bir plan var.


İstanbul’un siluetinin değiştirilmesi ile Kabe’nin yıkılması arasında
fazla bir fark görmüyor Keleş. Çünkü Mekke İslam’ın zahiri merkezi
ise İstanbul da batıni merkezidir. Tarih boyunca semavî dinler hep bu
şehrin etrafında dolaşıp durdukları gibi, şehir üçler, yediler ve
kırklar diye bilinen ricâl-i gaybın da buluşma mekanı
olagelmiştir. “Ahirzaman’da İstanbul çok daha merkezi bir rol
üstlenecek.” diye uyarıyor. İstanbul üzerinden bir mücadele olur da
İstanbul’un hamisi, Ayasofya’nın yönünü kıbleye çevirmiş olan Hızır
Aleyhisselam müdahil olmaz mı?


Oktan Keleş birincisi çok büyük bir rağbet uyandırmasa da ikinci
kitabını yazmayı bitirmiş. Henüz ismini koymadığı kitapta İstanbul
üzerinde oynanan oyunları daha bir netlikle ifade etmek istiyor.
Kitap, “adeta Hızır’ın ofisi” dediği Kız Kulesi’nin mekanı hakkında
da Hz. Hızır’dan alınmış bilgiler içerecek. “Şer cephesi’nin sizi
ortadan kaldırmasından korkmuyor musunuz?” sorusuna,
gülümseyerek, “Ben bir meczubum,” diye karşılık veriyor: “Birinci
kitaba bu adı koydum: Bir Meczubun Rüyası. Onda bir hakikat varsa,
onu hakikat erleri anlar. Bir hakikat bulamayanlar için de güzel bir
meczup rüyasından ibaret kalır…”


BİR MECZUBUN RÜYASI


Kırk Kandil Yayınları’ndan çıkan kitap Oktan Keleş’in Hızır
Aleyhisselam’la görüşmelerini roman tarzında anlatıyor. Altı yıl gibi
bir zamana yayılan görüşmeler kitabın içinde bir güne sıkıştırılmış.
İlk okunuşta bir tasavvuf sohbeti tadı veren kitap ‘Haberler’ adlı
bölümde gelecekte yaşanacak bazı felaketleri bildiren bir kenahet
kitabına dönüşüveriyor. Kitabın kahramanı İlhami Abi’nin talebesi
Âdem’e dediği gibi, ‘Surete takılmayıp, içeri girmek lazım!’
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://www.canmuhammed.ile.biz
Misafir
Misafir




BİR MECZUBUN RÜYASI Empty
MesajKonu: Geri: BİR MECZUBUN RÜYASI   BİR MECZUBUN RÜYASI Icon_minitimePerş. Mayıs 29, 2008 10:16 am

TANITIM İÇİN TEŞEKKÜRLER.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
BİR MECZUBUN RÜYASI
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
FORUM ANA SAYFA :: «««««Edebiyat Bölümü»»»»» :: Kitap Tavsiye Bölümü!...-
Buraya geçin: