FORUM ANA SAYFA
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.



 
AnasayfaPortal*GaleriAramaLatest imagesKayıt OlGiriş yap

 

 Yaptığım ibadetlerden zevk alamıyorum

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
taz
Sitenin Onur Üyesi
Sitenin Onur Üyesi
taz


Erkek Mesaj Sayısı : 1497
Yaş : 45
Kayıt tarihi : 18/04/08

Yaptığım ibadetlerden zevk alamıyorum Empty
MesajKonu: Yaptığım ibadetlerden zevk alamıyorum   Yaptığım ibadetlerden zevk alamıyorum Icon_minitimeCuma Nis. 18, 2008 10:18 pm

Evvela zevk almak için ibadet etmiyoruz. Bununla beraber, ibadetten zevk almamıza mani olan bazı nedenler vardır:

1- Günah ve isyanlarımız

2- İmanın taklidi olması,

3- İbadetleri kime karşı işlediğimiz tam olarak bilmemek

4- Namaz ve ibadetlerin bizim fıtri vazifemiz olduğunu bilmemek ve bir yük olarak görmek

5- Namazla bütün mahlukatın yaptığı vazifelerin tamama erdiğinden gafil olmak,

6- Namaz kıldığımız vakit mevcudatın bizden razı olduğunu bilmemek,

İbadet: “Allah’a karşı kulluk vazifelerini yerine getirmek, Allah’ın emirlerine boyun eğmek”
“Kendi
kusurunu, acz ve fakrını görüp kemal-i rububiyetin ve kudret-i
samedaniyenin ve rahmet-i İlâhiyyenin önünde hayret ve muhabbetle secde
etmek.” (Sözler)

İnsan tepeden tırnağa acz ile kaplı. Ne
saçının ağarmasını durdurabiliyor, ne tırnağının uzamasını. Ve insan
baştan ayağa ihtiyaç dolu. Saça muhtaç; o olmadı mı bir yanı noksan
kalıyor. İnsan alına muhtaç; kaşa, göze, kirpiğe muhtaç. Dudağa,
çeneye, gırtlağa muhtaç. Geçelim bütün bunları ve ayaklarımıza varalım.
İnsan ayağa muhtaç; topuğa, parmağa, tırnağa muhtaç.

İnsan,
hemen dudağının önündeki havadan, tâ cennete kadar her şeyin fakiri.
Hiçbirine sahip değil. Mide yapmaktan âciz olduğu gibi meyvenin de
fakiri. Göz yapmaktan âciz olduğu gibi Güneşin de fakiri.

İşte
ibadet, insana aczini ve fakrını hatırlatan, kul olduğunu, başıboş
olmadığını ders veren en ulvî vazife. İnsan bir taraftan kendi aczine
ve fakrına bakar, sonra her şeyi onun için ve ona göre terbiye eden
Rabbinin bu sonsuz ihsanlarına karşı nasıl şükredeceğini bilemez hâle
gelir. Bu hâl onu el bağlamaya götürür, bel bükmeye götürür, yüz
sürmeye götürür. Bunu yapmayan insan kendinin gâfilidir, kendinin
cahilidir ve nefsini bilmediği için de Rabbinin gâfilidir.

İşte
insanı bu gafletten korumak ve kurtarmak üzere nazil olan bir İlâhî
Ferman: “Ey insanlar, sizi ve sizden öncekileri yaratan Rabbinize
ibadet ediniz ki, takva mertebesine nâil olasınız.” (Bakara suresi, 21)

İnsan
ibadeti niçin yapar ve bu ibadet ona ne kazandırır? Bu iki sorunun
cevabı bu âyette şöyle veriliyor: “Sizi ve sizden öncekileri yaratan
Rabbinize ibadet ediniz.”

âyetteki, ‘sizi ve sizden öncekileri
yaratan’ ibaresi Rabbin sıfatıdır. Bu sıfatı bir an için
düşünmediğimizde, âyet-i kerime, “Rabbinize ibadet ediniz.” şeklinde
karşımıza çıkar. Demek ki ibadetin sebebi, Rabbimizin bizi terbiye
etmiş olması. Rabbe, ibadet edilir.

Bu kutsi vazifeyi idrak
edebilelim diye Allah, vicdanımıza bazı işaretler koymuş. Babamıza
itaat etmeyi vicdanî bir görev sayıyoruz. Niçin? Babamız olduğu için.
Annemize isyandan sakınıyoruz. Niçin? Annemiz olduğu için. İşte âyet-i
kerime bizim vicdanımıza hitab ediyor: “Rabbinize ibadet edin” diye
emrediyor. çünkü o sizi terbiye etmiştir. Babanızın yediği gıdayı beyaz
kan hâline o getirmiş, sizi ana rahminde bir nutfe olarak rahim
duvarına o yapıştırmış ve oradaki dokuz aylık terbiyenizi safha safha
hep o icra etmiştir. Şimdi ise bir başka rahimdesiniz: Kâinat... Burada
da sizi terbiye eden, besleyen, büyüten, yedirip içiren ancak O’dur.

Allah
Rabdir ve her şeyi O terbiye etmiştir. İnsan ise abddir, kuldur; her
şeyiyle Allah’ın terbiyesinden geçmiştir. Elimizi tutmaya, ayaklarımızı
yürümeye, ciğerimizi solunuma, midemizi sindirime, aklımızı anlamaya
elverişli tarzda terbiye eden Allah’tır. öyle ise biz Rabbimizin bu
rakamlara sığmaz terbiye tecellilerine karşı edebimizi takınmak
mecburiyetindeyiz.

Rabbimize karşı edepli olmak... Nefsimize
takılan ve etrafımızı çepeçevre kuşatan bu kadar ihsana karşı O’na
gereği gibi şükredememenin mahcubiyetini ruhumuzun tâ derinliklerinde
hissederek.
İşte Rabbine karşı şükür borcunu böylesine hisseden,
idrak eden insan Kur’an’ın “Sizi ve sizden öncekileri yaratan Rabbinize
ibadet edin”, “Namazı ikame edin”, “Ramazan ayında oruç tutun” gibi
emirlerini dinleyince aradığını bulmanın huzuruna erer.

İbadet
için, “abd ile mâbud arasında en yüksek ve lâtif nispet ancak
ibadettir”(İşârât-ül İ’caz) buyruluyor. Yâni, insan ibadet sayesinde,
“Ben Allah’ın kuluyum, O’nun mahlûkuyum, bu dünyada O’nun misafiriyim
ve öldükten sonra da, inşallah, O’nun saadet yurdu olan Cennete
gideceğim” diyebiliyor.

Günlük hayatında bütün işlerini kul
olmanın şuuruyla hep helâl dairesinde geçiren insan, belli vakitlerde
Rabbinin huzurunda el bağlıyor. O’na yine O’nun emrettiği biçimde
ibadetini takdim ediyor. Bu onun, Rabbine karşı bir kulluk vazifesidir,
bir şükür borcudur.

âcizliğini, fakirliğini ve zilletini tam
hisseden bir insanın kalbi Rabbine karşı derin bir mahcubiyetle dolar.
Bu iç burukluğuna “inkisar” deniliyor. Ve İmam-ı Rabbani Hazretleri
“İbadet, tezellül ve inkisardan ibarettir” buyurarak bu hâli ibadetin
temeli, esası sayıyor.

“Niçin ibadet ediyoruz?” sorusu, beraberinde iki soruyu birlikte getiriyor. Daha doğrusu, bu sorunun içinde iki soru saklı:

– İbadet etmemizin sebebi, illeti nedir?

– İbadet etmemizin hikmeti, faydası nedir?

Bazıları
bu soruyu sadece ikinci mânâyı kastederek sorarlar. Birinci ve en
önemli noktayı unuturlar. Bunun neticesi olarak hikmet sahasında
kendilerince birtakım faydalar sıralar ve bu faydaların başka yollarla
da elde edilebileceğini ileri sürerek, ibadeti reddedici bir tavra
girerler.

İllet denilince ibadet yapmamızı gerekli kılan sebebi kastederiz.

Hikmetten ise yaptığımız ibadetten hâsıl olan faydayı anlarız.

Dünya
işlerinden bir misal: Anadolu’dan İstanbul’a gelmekte olan bir tüccarın
bu seyahatinin illeti “ticaret”tir. Hikmeti ise daha çok zengin olmak
ve dünya nimetlerinden daha fazla istifade etmek... Buna göre söz
konusu şahsa, “İstanbul’a niçin gidiyorsun?” desek, “zengin olmaya”
diye cevap vermez. Bu, hikmete ait bir cevaptır ve yerinde değildir.
Sorumuzun cevabı “ticaret yapmaya” şeklinde gelmelidir. Böyle bir cevap
illete aittir ve isabetlidir.

O halde, “Niçin ibadet
ediyorsun?” şeklindeki bir sorunun cevabı da “Rabbim emrettiği için”
şeklinde olacaktır. Bu emri tutmanın pek çok da faydası vardır; gerek
dünyada, gerek âhirette. Ama ibadet bu faydalar için yapılmaz. Bunlar
meselenin hikmet yönüdür.
Abdin işi ibadettir; emir dinlemek,
yasaklardan sakınmaktır. Kula kulluk yaraşır. İbadetini bu şuurla yapan
bir kuluna, Rabbinin yapacağı ihsanlar, ikramlar ve Cennette vereceği
dereceler ibadetin hikmet yönüdür.

İslâm’ın her emri ve yasağı
bu hakikatten haber veriyor. Bunlardan sadece birkaç misâl: Meselâ oruç
tutmanın tıp yönünden birçok faydaları var. Bütün bu faydalar orucun
hikmet yönü. “Oruç niçin tutulur?” sorusunun cevabı, sanıldığı gibi bu
faydalar değildir. Oruç, Allah’ın bir emri olduğu için tutulur. Bu
ibadetin belli bir ayı vardır: Ramazan. Ramazan dışında on ay nafile
oruç tutsanız da Ramazan’da tutmasanız bu ibadeti yerine getirmiş
olmazsınız. Eğer mesele sadece orucun hikmet yönü, yâni faydaları olsa
bu ikinci halde fayda on katına çıkmıştır, ama farz olan oruç hâlâ
tutulmamıştır.

Yine orucun belli bir başlama ve bitiş vakti
vardır. Orucunuza imsakten hemen sonra başlasanız da, iftarınızı
yatsıdan birkaç saat sonra yapsanız orucunuz makbul olmaz. Daha fazla
bir süre aç kalmışsınızdır, ama oruç tutmamışsınızdır. Hikmet
fazlasıyla tamam olsa bile, illet kaybolduğundan ibadetiniz makbul
sayılmaz.

Oruç tıbbî faydaları için tutulmadığı gibi, içki
içmek de tıbbî zararları için haram değildir. “Niçin içki içmiyorsun?”
sorusunun cevabı, “Allah yasakladığı için” şeklinde verilecektir. Ve
ancak bu takdirde içki içmemek ibadet olur, takva olur ve insanı
Rabbine yaklaştırır. İçki içmemekte esas olan, bedenini ve aklını
korumak değil, bir İlâhî yasaktan kaçınmaktır. İllet budur; diğerleri
ise içki içmemenin hikmetleridir, faydalarıdır.

Bilirsiniz,
kendi kendine ölen yahut darbe ile öldürülen bir koyunun etini yemek
haramdır. Bu noktada birtakım tıbbî veya biyolojik izahlar
getirilebilir. Bütün bunlar, meselenin hikmet yönüdür. Bunlar sayılıp
dökülürken şu husus unutulur: “Pekâlâ, Allah’tan başkasının ismiyle
kesilen bir hayvanı yemek niçin haramdır?”

Bu soruya ne cevap
verilecektir? Kesilmekse kesilmiş, kan akmaksa akmıştır. Demek ki işin
esası, hayvan kesmenin tıbbî faydaları değil. Esas olan, insanın kulluk
şuurundan ayrılmaması, Allah namına hareket etmesi. Keserken O’nun
ismiyle kesmesi, yiyip içerken O’nun ismiyle başlaması, giyinip
kuşanırken de yine O’nun kulu olduğunu unutmaması. O’nun emir ve
yasaklarını daima göz önünde tutması...

Sözün özü: Rahman ve
Rahîm Rabbimizin bütün emirlerinde bizim için nice faydalar var. Ama,
biz ibadetimizi bu faydalar için değil, O’nun emrini gözeterek ve
rızasını umarak yapıyoruz.

Bu inceliği sezemeyen yahut
görmezlikten gelenler, yanlış değerlendirmelerle kendilerine ibadet
kapısını kapar ve büyük bir zarara düşerler.

hanimlar.com

http://www.habervaktim.com/haberoku.php?id=14748
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://www.canmuhammed.ile.biz
 
Yaptığım ibadetlerden zevk alamıyorum
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
FORUM ANA SAYFA :: «««««İslam Adına Herşey Burada»»»»» :: islami sohbet ve Vaazlar-
Buraya geçin: