YARGI ELEŞTİRİLİYOR, çüNKü!İşte,
“bu pencere”den bakınca, Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç’ın dün
yaptığı konuşmanın “bir bölümü”ne katılmak mümkün değil!..
Sayın Kılıç, şunları söylemiş:
“Anayasa
Mahkemesi’ne intikal etmiş davalarla ilgili olarak gerek ulusal gerekse
uluslararası çevrelerce mahkemeyi yönlendirme, etkileme ve baskı
altında tutma girişimleri büyük bir üzüntüyle takip edilmektedir.
Mahkeme üyelerinin verdikleri oylar gözetilerek görsel ve yazılı
basında hangi cumhurbaşkanının kimi seçtiği ve nasıl oy kullandıkları
biçimindeki kategorik değerlendirmeler, yargıçların kendilerini koruma
içgüdülerini harekete geçirerek vicdani kanaatlerini saptırmaya yönelik
ağır bir saldırı niteliğindedir.
Mahkeme üyelerinin
görüntülerinin her dakika televizyon ekranlarından gösterilmesi, haber
ya da açık oturumlarda isim verilerek hedef haline getirilmesi yaşanmış
elim olaylardan ders çıkarmayanları sorumluluktan kurtaramayacaktır.
Yapılanları
izliyor ve farkındayız, haber vermekle yorum yapmayı birbirine
karıştıran, bireyin değerlendirme hakkını elinden alarak onu
şartlandıran ve insan onurunu hiçe sayan bir yayın anlayışının çağdaş
dünyada örneği bulunmamaktadır.”
“Konuşmanın bütünü” elbette
olumlu... Ancak, şu da bir gerçek: Bazı yargıçlar, “kimin tarafından
atandılar” ise, “onun ideolojisi”ne bağlı kalıyorlar!..
Meselâ, Sezer tarafından atananların “Sezer’in ideolojisi”ne aykırı hareket ettikleri söylenebilir mi?..
Ya
da, Mehmet Moğultay’ın “RP’ye ve MHP’ye vermeyip kendi yoldaşlarından”
atadığı “5 bin hakim ve savcı”nın, “solcular aleyhinde” karar vermesi
mümkün mü?!?..
Bu tür “kategorik değerlendirme”ler elbette yapılacak!..
“Solcu, Marksist ve ateist ideoloji”, devlete sızmayı “yargı kanalı”ndan sürdürdüğü sürece!..
HİSSEDİLEN KORKULARLA PARTİ KAPATILIYOR!Sayın Haşim Kılıç’ın şu sözünü de çok yadırgadım:
-
“Gücü elinde bulunduranlar, karşı düşüncedekilerin güvensizliğini ve
korkularını ortadan kaldıracak çözümleri üretmediği sürece bu çatlak
derinleşecektir.”
- “Hissedilen korkular, gözardı edilemez. Yaşanan
hayat tarzlarının ideoloji haline geldiği bir dünyada duyulan
güvensizlik ve korkular, acilen değerlendirmeye alınmalıdır. Aksi halde
her şeyin rejim sorunu haline getirildiği ülkemizde birlikte yaşama
koşulları daha ağırlaşacaktır.”
Malûm; “söz” kadar, “kime
söylendiği” de önemlidir... Sayın Haşim Kılıç, “gücü elinde
bulunduranlar” olarak AK Parti’yi kastetmiş ve onlara “Hissedilen
korkuları gözardı etmeyin” çağrısı yapıyorsa; bu, bir “haksızlık”tır!..
çünkü,
Türkiye’de “azgın azınlık”ların değil, “makul çoğunluk”un korkusu
vardır!.. Hem de; “hissedilen” değil, “iliklere kadar yaşanan” bir
korku!..
AK Parti’nin yapmaya çalıştığı da, “yaşanan korku”yu gidermek ve “özgürlüğün önünü açmak”tı!..
Gelin görün ki;
Bunların
abarttığı ve giderek köpürttüğü “korku”lar, bazıları tarafından
“hissedildi” ve anında “çoğunluk” hakkında kapatma dâvâsı açıldı!..
Ama, “Türk Milleti’nin çoğunluğu” tarafından “yaşanan korku”lar hiç dikkate alınmadı!.. Alanlar da “susturulmaya” çalışılıyor!..
Niye?.. Bazıları korku “hissediyor” diye!!!..
MECLİS VE YENİ ANAYASATaa
en başta söyledim... Sayın Haşim Kılıç’ın “hukuk manifestosu” olarak
değerlendirilecek sözlerinin tamamına katılmak mümkün değil. Ama bu
konuşma, “genel olarak” ele alındığında gerçekten “ders” olarak
okutulacak kadar güzeldi.
İşte o güzelliklerden birkaç demet:
-
“Hukuk dışı yollardan güç alarak, rejimi ya da ülkeyi kurtarma
girişimlerinin, ülkenin batışını hızlandırmaktan başka işe yaramayacağı
bilinmelidir.”
- “Bugün sorunları çözmek için harcanması gereken
çabadan daha çok, sanki çözülmemesi için büyük çaba sarfediyoruz.
Sorunlar ötelenmekte, gerginlik tırmandırılmaktadır.”
- “önceki
nesillerden devraldığımız medeniyeti, kültürü ve geleneği yıkıcı ve
olumsuz unsurlardan arındırılmış bir şekilde gelecek kuşaklara
devretmek hepimizin ortak görevidir. Unutmayalım ki tek bir Türkiye
var!”
- “Gün, ayrılıkları öne çıkarma, toplumsal ve siyasal
kutuplaşmaları körükleme günü değildir. Gün, farklılıklarımızı
zenginlik kabul edip, bir arada refah ve özgürlük içinde yaşamak için
elimizden geleni yapma günüdür.”
Sayın Kılıç’ın, “birlik ve
beraberliğe vurgu” yapan bu sözleri elbette önemli!.. Ama ilk defa
“Meclis temsilcileri”nden söz etmesi, çok daha önemli.
“Modern demokrasilerde; parlamento, şu ya da bu ölçüde anayasa mahkemelerinin üye oluşumuna katılmaktadır.
1961 Anayasası’nda bile Anayasa Mahkemesi üyelerinin 3’te 1’inin yasama organı tarafından seçilmesi benimsenmişti.
Mevcut
anayasamız, dönemin şartlarına ve siyasal kurumlarına bir tepki olarak,
Anayasa Mahkemesi’ne parlamentonun üye seçmesine kapıları tamamen
kapatmıştır. Bugün gelinen noktada, anayasa yargısı ile yasama organı
ilişkilerindeki bu güvensizliğin ortadan kaldırılması için egemenlik
yetkisi kullanan anayasa yargısının, ulus iradesiyle bağlantısının
kurulması gerekliliği açıktır.”
Sayın Haşim Kılıç’ın, bunun gibi,
“altı çizilecek önem”de daha başka sözleri de var... Meselâ “Yeni
Anayasa” istemesi, meselâ “darbeci”leri hedef alan “Hukuk dışı yollara
tevessül etmeyin” uyarısı gibi!..
Bunların hepsini ele almak mümkün değil... Fırsat olursa, önümüzdeki günlerde ele alırız inşallah!..
Ama, şunu söylemeden geçemeyeceğim:
“İlk defa” bir Anayasa Mahkemesi Başkanı, “millet”in ve “millî değerler”in önemini vurguladı!..
Uzun lafın kısası;
Dün
o salonda “Yargıtay Başsavcısı” da olmalıydı... Olmalı ve sayın Haşim
Kılıç’ın; “Hukuka ve onu uygulamakla görevli yargı organlarına güvenin
azalması, demokratik hukuk devletinde sonun başlangıcıdır... Farklı
düşüncelerin ifade edilmesinin yasaklanarak, tarihsel, toplumsal ve
siyasal olaylarda tek doğrunun varlığını savunmak, demokrasinin
birlikte yaşamayacağı tabular yaratmaktan öte sonuç doğurmayacaktır”
şeklindeki sözlerini, duymalıydı...
Ama Başsavcı Yalçınkaya, dün o salonda yoktu!..
-------------
Keşke!
“Aldığı
oyun yüksekliği”nden şikâyet eden bir “politikacı” olur mu?.. “Keşke
yüzde 47 oy almayıp da, daha az oy alsak ve daha az milletvekili
çıkarsaydık!” diyen bir “partili” olur mu?..
Olmaz... Daha doğrusu;
“iktidara gelmek” istemeyen “******’ın harici”nde hiçbir partili böyle
konuşmaz!.. Ama, konuşan biri var ve o maalesef AK Partili bir
milletvekili!..
Adı, Vahit Erdem... AK Parti Kırıkkale
milletvekili... Aynen bunları söylemiş!.. “Keşke” demiş; “Keşke yüzde
47 oy almasaydık!.. Keşke, türban konusunda Anayasa değişikliği
yapmasaydık!.. Keşke, keşke, keşke!..”
Böyle insanlar niye “aday” gösterilir ve millet, bunlara niye “oy” verir, anlayamıyorum!..
Bunlar, “bulunmaz Hint kumaşları” mıdır?.. “Maharet”leri nedir, “beceri”leri nedir?
Merak ediyorum; “bağımsız” olsa veya “başka parti”den olsaydı, seçilip de Meclis’e gelebilir miydi Vahit Erdem?..
Turgut özal olmasaydı, Tayyip Erdoğan olmasaydı, kim tanır, kim takardı Vahit Erdem’i?..
Tayyip Bey, onu “keşke” aday yapmasaydı!!!
http://www.habervaktim.com/yazaroku.php?id=3316