FORUM ANA SAYFA
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.



 
AnasayfaPortal*GaleriAramaLatest imagesKayıt OlGiriş yap

 

 O salonda, Yargıtay Başsavcısı da olmalıydı!

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
taz
Sitenin Onur Üyesi
Sitenin Onur Üyesi
taz


Erkek Mesaj Sayısı : 1497
Yaş : 45
Kayıt tarihi : 18/04/08

O salonda, Yargıtay Başsavcısı da olmalıydı! Empty
MesajKonu: O salonda, Yargıtay Başsavcısı da olmalıydı!   O salonda, Yargıtay Başsavcısı da olmalıydı! Icon_minitimeÇarş. Nis. 30, 2008 11:00 pm

Hasan Karakaya - Vakit
hasankarakaya@vakit.com.tr
2008-04-26


O salonda, Yargıtay Başsavcısı da olmalıydı!

Şu
günün şartlarında; hiç kimseye “biat etme” derecesinde bağlı olmak veya
“boyun eğmek” durumunda değilim... çünkü herkesin “tartışılır” bir
tavrı veya “eleştirilir” bir sözü vardır... “Hak kelâmı” değil ya,
elbette eleştirilir... Yine kabul etmek gerekir ki; herkesin
“hata”ları, “kusur”ları, “eksik”leri olabilir!.. Hiç kimse, “dört
dörtlük” değildir!.. Hiçbir konuşma da, “altına imza atılacak” derecede
“yüzde yüz doğru” değildir.. Meselâ, bir konuşmanın “bazı bölümleri”ni,
yani “parça”larını onaylamak demek, “bütününü” onaylamak anlamına
gelmez!..
Bunu böylece belirttikten sonra, gelelim “dün”e... Malûm,
dün Anayasa Mahkemesi’nin 46. kuruluş yıldönümüydü... Bu münasebetle
Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç, son derece “dolu”, son derece
“birikimli” ve bir o kadar da “ders niteliğinde” bir konuşma yaptı...
Hani, “manifesto” derler ya, Haşim Kılıç’ın dünkü konuşması da bir
“Hukuk manifestosu” niteliğindeydi ve herkese “mesajlar” vardı!..
Ama,
en başta dediğim gibi; “konuşmanın tamamı”na katıldığımı söyleyemem...
Ancak, “bir bölüm”ünde, gerçekten de “ders”ler vardı.
BUGüN MİSAFİR, YARIN SANIK!
Toplam 16 sayfa tutan “konuşma”ya geçmeden önce, “salon”a bir bakalım.
Anayasa
Mahkemesi’nin 46. kuruluş yıldönümü dolayısıyla düzenlenen törene;
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Yargıtay
Başkanı Hasan Gerçeker, Danıştay Başkanı Sumru çörtoğlu, Devlet Bakanı
ve Başbakan Yardımcısı Cemil çiçek, Adalet Bakanı Mehmet Ali Şahin,
Sayıştay Başkanı Mehmet Damar, Ankara Valisi Kemal önal, Türkiye
Barolar Birliği Başkanı özdemir özok ile çok sayıda davetli katılmış...
Başkan Haşim Kılıç ve Başkanvekili Osman Alifeyyaz Paksüt, konukları salonun girişinde karşıladı.
Törenin yapıldığı salon, aynı zamanda “Yüce Divan” olarak kullanılan salon...
Şu “yaman çelişki”ye bakın ki;
Salonda
dün “misafir” olarak bulunan Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ve Başbakan
Tayyip Erdoğan, bir süre sonra, aynı salonda “sanık” olarak
yargılanacaklar!..
Evet, onlar “AK Parti’nin kapatılması” talebiyle
açılan dâvâda “sanık” olarak yargılanacak olmalarına rağmen, dün “o
salonda”ydılar!..
Onlar hakkında “iddianame” hazırlayan Yargıtay
Başsavcısı Abdurrahman Yalçınkaya ise, “davetli” olmasına rağmen, “46.
Yıl Töreni”ne katılmadı... Bildiğim kadarıyla, “mazeret” bildirmiş!..
Merak ettim, “mazeret”i, acaba ne ola?..
“Nezle”
veya “grip” oldu da, “yorgan-döşek” yatıyor mu, yoksa “gazetelerdeki
asparagas haberler”i kesip, “ek iddianame” hazırlamakla mı meşgul?!?..
Ya
da, ya da; o salona gelip de, “Cumhurbaşkanı ve Başbakan’ın yüzlerine
bakacak cesareti” kendinde bulamadığı için mi gelmedi?..
Hani, derler ya;
“İnsan içine çıkacak yüzü yok!”
Acaba, böyle bir “ruh hali” mi yaşıyor Yalçınkaya?.. Yaptığı “hata”nın farkına vardı, ama geri mi dönemiyor?..
ODAK, SAçMA BİR KAVRAM!
Malûm;
başta “Cumhuriyet” gazetesi olmak üzere, gazetelerden kestiği ve
“yalanlanan haberler”den oluşturduğu “iddianame”sinde; Başsavcı, AK
Parti’yi “laikliğe aykırı eylem ve söylemlerin odağı” olmakla
suçlamıştı...
Peki, “odak olmak” neydi?..
Sakarya’da düzenlenen
“Türkiye’de Demokrasi” konulu konferansta konuşan Yargıtay eski Başkanı
Prof.Dr. Sami Selçuk; odak olma kavramının “saçma bir kavram” olduğunu
söylüyor, bu kavramın “kararlılık” ve “yoğunluk” olarak tanımlandığını
ifade ediyor ve şunları belirtiyordu:
“Yoğunluğun ne olduğu belli
mi, belli değil... Köşeli değil... Kararlılık!.. Bu da köşeli değil...
Nerede başlar, nerede biter; bilinmiyor.
Hukukta buna benzer kavramlar getirirseniz; savcıya, hakime ‘bu kararı uygulama’ diyemezsiniz... Savcı bir şey yapacak, mecbur.
Fakat
bu kavramlar aslında bir hile-i şeriyyedir. Kendisinin tarife ihtiyacı
vardır. Kararlılığın yoğunluğu ile siz odağı tanımlayacaksınız, ‘odak
ne’ belli değil. Ben de bilmiyorum, uygulayanlar da bilmiyor.
100
hakim getirin, 100’ü de ayrı tanım çıkarır. Hatta bakarsınız, birkaç
tanesi bir önceki görüşünü bile sonradan değiştirebilir.
Kınanacak bir tarafı yok. Böyle saçma sapan kavramları yasalara koyarsanız, başınıza bu dertler gelir, olay bu kadar basit.”
“TüRK MİLLETİ ADINA” DA YALAN!
Tartışılan, sadece “odak olma” kavramı değildi... Yargının “Türk Milleti Adına” karar vermesi de tartışma gündemindeydi!..
Meselâ,
Yargıtay Başsavcısı Abdurrahman Yalçınkaya, AK Parti hakkında açtığı
kapatma dâvâsını; “kamu” adına, yani “Türk Milleti Adına” açmıştı...
Ancak, Başsavcı’nın “hangi Türk milleti adına” dâvâ açtığı tartışılıyordu...
Evet, tartışılıyordu çünkü;
Başsavcı’nın,
“adına” dâvâ açtığı “millet”in yüzde 47 gibi, yarıya yakın çoğunluğu AK
Parti’ye oy vermişti... Bu, şu demekti: Başsavcı; “Türkiye’de iki
kişiden birinin oy verdiği parti”nin kapatılmasını istiyordu.
Bu talep; “Madem öyle, milleti de kapat” eleştirilerine maruz kalıyordu...
öyle ya;
“Millet”in tavrı ile “millet adına” hareket eden “yargı”nın tavrı, birbirinden 180 derece farklıydı...
Sakarya’daki konferansta işte buna işaret eden Prof. Sami Selçuk, “Mahkemeler millet adına karar vermiyor” deyip, ekliyordu:
“Sokaktaki
insana, devlet yalan söylüyor. Mahkemelerin kararında ‘Türk milleti
adına’ dedin mi, yargıya halkın katılma hakkını tanımak zorundasınız.
Şimdi ‘Türk milleti adına’ sözünü mecburi ettiler... Bütün
arkadaşlarımız bunu yazıyorlar. çünkü çok çalımlı bir laf.
Yargıçları, Adalet Bakanlığı belli aşamalardan geçirerek tayin etmiştir.
Halk
seçmemiştir ki, yargıçlar Türk milleti adına karar versin. Ben 40 yıl
bu mesleği böyle kullandım. çıkan yasaya baktım, doğru uygulamaya
çalıştım. Türk milleti ne der diye düşünmedik. Doğrusu benim böyle bir
temsil yetkim de yok.
Sokaktaki insana devletin doğru söylemesi
gerekir. Alıyorlar Fransa’dan, İtalya’dan, Almanya’dan o maddeyi, kopya
ediyorlar. ‘Türk milleti adına’ sözünü koyduk ama, bu nedir diyen yok.
Bakın
bir boşluk daha çıktı. Nereye atsanız, elinizde kalıyor. ‘Yargı yetkisi
bağımsız mahkemelerce kullanılır’ dense doğru... ‘Türk milleti adına’
deyince işler karışır. Bu bir yalan, büyük bir yalan!..”
Lütfen
dikkat... Bu sözleri ben söylemiyorum... Bu sözler, bu ülkede “Yargıtay
Başkanlığı” yapmış bir insana, bir “hukukçu”ya aittir!.. Hem de, “iyi
bir hukukçu”ya!..
Ve, demektedir ki;
“Devlet, yalan söylüyor!”
Kime söylüyor?..
“Sokaktaki insan”a...
Yani; sana, bana, ona!..
Evet, “yalan” söylüyor, çünkü; “yargı”nın “Türk Milleti Adına” verdiği kararlarda, “milletin katkısı” yok!..
Hem de, “hiçbir katkısı” yok!..
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://www.canmuhammed.ile.biz
taz
Sitenin Onur Üyesi
Sitenin Onur Üyesi
taz


Erkek Mesaj Sayısı : 1497
Yaş : 45
Kayıt tarihi : 18/04/08

O salonda, Yargıtay Başsavcısı da olmalıydı! Empty
MesajKonu: Geri: O salonda, Yargıtay Başsavcısı da olmalıydı!   O salonda, Yargıtay Başsavcısı da olmalıydı! Icon_minitimeÇarş. Nis. 30, 2008 11:00 pm

YARGI ELEŞTİRİLİYOR, çüNKü!
İşte,
“bu pencere”den bakınca, Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç’ın dün
yaptığı konuşmanın “bir bölümü”ne katılmak mümkün değil!..
Sayın Kılıç, şunları söylemiş:
“Anayasa
Mahkemesi’ne intikal etmiş davalarla ilgili olarak gerek ulusal gerekse
uluslararası çevrelerce mahkemeyi yönlendirme, etkileme ve baskı
altında tutma girişimleri büyük bir üzüntüyle takip edilmektedir.
Mahkeme üyelerinin verdikleri oylar gözetilerek görsel ve yazılı
basında hangi cumhurbaşkanının kimi seçtiği ve nasıl oy kullandıkları
biçimindeki kategorik değerlendirmeler, yargıçların kendilerini koruma
içgüdülerini harekete geçirerek vicdani kanaatlerini saptırmaya yönelik
ağır bir saldırı niteliğindedir.
Mahkeme üyelerinin
görüntülerinin her dakika televizyon ekranlarından gösterilmesi, haber
ya da açık oturumlarda isim verilerek hedef haline getirilmesi yaşanmış
elim olaylardan ders çıkarmayanları sorumluluktan kurtaramayacaktır.
Yapılanları
izliyor ve farkındayız, haber vermekle yorum yapmayı birbirine
karıştıran, bireyin değerlendirme hakkını elinden alarak onu
şartlandıran ve insan onurunu hiçe sayan bir yayın anlayışının çağdaş
dünyada örneği bulunmamaktadır.”
“Konuşmanın bütünü” elbette
olumlu... Ancak, şu da bir gerçek: Bazı yargıçlar, “kimin tarafından
atandılar” ise, “onun ideolojisi”ne bağlı kalıyorlar!..
Meselâ, Sezer tarafından atananların “Sezer’in ideolojisi”ne aykırı hareket ettikleri söylenebilir mi?..
Ya
da, Mehmet Moğultay’ın “RP’ye ve MHP’ye vermeyip kendi yoldaşlarından”
atadığı “5 bin hakim ve savcı”nın, “solcular aleyhinde” karar vermesi
mümkün mü?!?..
Bu tür “kategorik değerlendirme”ler elbette yapılacak!..
“Solcu, Marksist ve ateist ideoloji”, devlete sızmayı “yargı kanalı”ndan sürdürdüğü sürece!..
HİSSEDİLEN KORKULARLA PARTİ KAPATILIYOR!
Sayın Haşim Kılıç’ın şu sözünü de çok yadırgadım:
-
“Gücü elinde bulunduranlar, karşı düşüncedekilerin güvensizliğini ve
korkularını ortadan kaldıracak çözümleri üretmediği sürece bu çatlak
derinleşecektir.”
- “Hissedilen korkular, gözardı edilemez. Yaşanan
hayat tarzlarının ideoloji haline geldiği bir dünyada duyulan
güvensizlik ve korkular, acilen değerlendirmeye alınmalıdır. Aksi halde
her şeyin rejim sorunu haline getirildiği ülkemizde birlikte yaşama
koşulları daha ağırlaşacaktır.”
Malûm; “söz” kadar, “kime
söylendiği” de önemlidir... Sayın Haşim Kılıç, “gücü elinde
bulunduranlar” olarak AK Parti’yi kastetmiş ve onlara “Hissedilen
korkuları gözardı etmeyin” çağrısı yapıyorsa; bu, bir “haksızlık”tır!..
çünkü,
Türkiye’de “azgın azınlık”ların değil, “makul çoğunluk”un korkusu
vardır!.. Hem de; “hissedilen” değil, “iliklere kadar yaşanan” bir
korku!..
AK Parti’nin yapmaya çalıştığı da, “yaşanan korku”yu gidermek ve “özgürlüğün önünü açmak”tı!..
Gelin görün ki;
Bunların
abarttığı ve giderek köpürttüğü “korku”lar, bazıları tarafından
“hissedildi” ve anında “çoğunluk” hakkında kapatma dâvâsı açıldı!..
Ama, “Türk Milleti’nin çoğunluğu” tarafından “yaşanan korku”lar hiç dikkate alınmadı!.. Alanlar da “susturulmaya” çalışılıyor!..
Niye?.. Bazıları korku “hissediyor” diye!!!..
MECLİS VE YENİ ANAYASA
Taa
en başta söyledim... Sayın Haşim Kılıç’ın “hukuk manifestosu” olarak
değerlendirilecek sözlerinin tamamına katılmak mümkün değil. Ama bu
konuşma, “genel olarak” ele alındığında gerçekten “ders” olarak
okutulacak kadar güzeldi.
İşte o güzelliklerden birkaç demet:
-
“Hukuk dışı yollardan güç alarak, rejimi ya da ülkeyi kurtarma
girişimlerinin, ülkenin batışını hızlandırmaktan başka işe yaramayacağı
bilinmelidir.”
- “Bugün sorunları çözmek için harcanması gereken
çabadan daha çok, sanki çözülmemesi için büyük çaba sarfediyoruz.
Sorunlar ötelenmekte, gerginlik tırmandırılmaktadır.”
- “önceki
nesillerden devraldığımız medeniyeti, kültürü ve geleneği yıkıcı ve
olumsuz unsurlardan arındırılmış bir şekilde gelecek kuşaklara
devretmek hepimizin ortak görevidir. Unutmayalım ki tek bir Türkiye
var!”
- “Gün, ayrılıkları öne çıkarma, toplumsal ve siyasal
kutuplaşmaları körükleme günü değildir. Gün, farklılıklarımızı
zenginlik kabul edip, bir arada refah ve özgürlük içinde yaşamak için
elimizden geleni yapma günüdür.”
Sayın Kılıç’ın, “birlik ve
beraberliğe vurgu” yapan bu sözleri elbette önemli!.. Ama ilk defa
“Meclis temsilcileri”nden söz etmesi, çok daha önemli.
“Modern demokrasilerde; parlamento, şu ya da bu ölçüde anayasa mahkemelerinin üye oluşumuna katılmaktadır.
1961 Anayasası’nda bile Anayasa Mahkemesi üyelerinin 3’te 1’inin yasama organı tarafından seçilmesi benimsenmişti.
Mevcut
anayasamız, dönemin şartlarına ve siyasal kurumlarına bir tepki olarak,
Anayasa Mahkemesi’ne parlamentonun üye seçmesine kapıları tamamen
kapatmıştır. Bugün gelinen noktada, anayasa yargısı ile yasama organı
ilişkilerindeki bu güvensizliğin ortadan kaldırılması için egemenlik
yetkisi kullanan anayasa yargısının, ulus iradesiyle bağlantısının
kurulması gerekliliği açıktır.”
Sayın Haşim Kılıç’ın, bunun gibi,
“altı çizilecek önem”de daha başka sözleri de var... Meselâ “Yeni
Anayasa” istemesi, meselâ “darbeci”leri hedef alan “Hukuk dışı yollara
tevessül etmeyin” uyarısı gibi!..
Bunların hepsini ele almak mümkün değil... Fırsat olursa, önümüzdeki günlerde ele alırız inşallah!..
Ama, şunu söylemeden geçemeyeceğim:
“İlk defa” bir Anayasa Mahkemesi Başkanı, “millet”in ve “millî değerler”in önemini vurguladı!..
Uzun lafın kısası;
Dün
o salonda “Yargıtay Başsavcısı” da olmalıydı... Olmalı ve sayın Haşim
Kılıç’ın; “Hukuka ve onu uygulamakla görevli yargı organlarına güvenin
azalması, demokratik hukuk devletinde sonun başlangıcıdır... Farklı
düşüncelerin ifade edilmesinin yasaklanarak, tarihsel, toplumsal ve
siyasal olaylarda tek doğrunun varlığını savunmak, demokrasinin
birlikte yaşamayacağı tabular yaratmaktan öte sonuç doğurmayacaktır”
şeklindeki sözlerini, duymalıydı...
Ama Başsavcı Yalçınkaya, dün o salonda yoktu!..
-------------
Keşke!
“Aldığı
oyun yüksekliği”nden şikâyet eden bir “politikacı” olur mu?.. “Keşke
yüzde 47 oy almayıp da, daha az oy alsak ve daha az milletvekili
çıkarsaydık!” diyen bir “partili” olur mu?..
Olmaz... Daha doğrusu;
“iktidara gelmek” istemeyen “******’ın harici”nde hiçbir partili böyle
konuşmaz!.. Ama, konuşan biri var ve o maalesef AK Partili bir
milletvekili!..
Adı, Vahit Erdem... AK Parti Kırıkkale
milletvekili... Aynen bunları söylemiş!.. “Keşke” demiş; “Keşke yüzde
47 oy almasaydık!.. Keşke, türban konusunda Anayasa değişikliği
yapmasaydık!.. Keşke, keşke, keşke!..”
Böyle insanlar niye “aday” gösterilir ve millet, bunlara niye “oy” verir, anlayamıyorum!..
Bunlar, “bulunmaz Hint kumaşları” mıdır?.. “Maharet”leri nedir, “beceri”leri nedir?
Merak ediyorum; “bağımsız” olsa veya “başka parti”den olsaydı, seçilip de Meclis’e gelebilir miydi Vahit Erdem?..
Turgut özal olmasaydı, Tayyip Erdoğan olmasaydı, kim tanır, kim takardı Vahit Erdem’i?..
Tayyip Bey, onu “keşke” aday yapmasaydı!!!
http://www.habervaktim.com/yazaroku.php?id=3316
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://www.canmuhammed.ile.biz
 
O salonda, Yargıtay Başsavcısı da olmalıydı!
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası
 Similar topics
-

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
FORUM ANA SAYFA :: «««««Edebiyat Bölümü»»»»» :: Deneme ve Makaleler!...-
Buraya geçin: