FORUM ANA SAYFA
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.



 
AnasayfaPortal*GaleriAramaLatest imagesKayıt OlGiriş yap

 

 Din dışarı, açlık ve zulüm içeri!

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
taz
Sitenin Onur Üyesi
Sitenin Onur Üyesi
taz


Erkek Mesaj Sayısı : 1497
Yaş : 45
Kayıt tarihi : 18/04/08

Din dışarı, açlık ve zulüm içeri! Empty
MesajKonu: Din dışarı, açlık ve zulüm içeri!   Din dışarı, açlık ve zulüm içeri! Icon_minitimeÇarş. Nis. 30, 2008 11:08 pm




Hasan Karakaya - Vakit
hasankarakaya@vakit.com.tr
2008-04-22

Din dışarı, açlık ve zulüm içeri!
Bütün
sorun, galiba burada... Başta "laikçiler" olmak üzere, bir kısım insan,
"dini dışlayarak" bir "şey" olacağını zannediyor... Dini dışlayarak
"sosyete" olacağını, dini dışlayarak, "çağdaş ve ilerici" olacağını,
dini dışlayarak "aydın" olacağını, dini dışlayarak "elit" olacağını,
dini dışlayarak "laik" olacağını zannediyor... Bütün problemler de,
işte bu "zannetmek"ten kaynaklanıyor... Oysa, dünkü Taraf'ta 9 sütuna
manşet olduğu gibi; "milli sorunumuz din!"
Sosyolog Ahmet çiğdem'e göre; "hiç kimse, dinin toplumda işgal ettiği yeri görmüyor!"
Veya görmek istemiyor!
"Oysa" diyor Ahmet çiğdem;
"Türkiye'nin
milli sorunu din!.. Yeryüzünde, her toplum için belirleyici, o toplumu
diğerlerinden ayırt eden bir temel sorun var... Türk toplumunun kimliği
ve toplumun bütünü hakkında fikir veren o milli sorun da, dindir...
İslâm'dan söz etmeden, sosyal sorunları tartışamayız!"
Neşe Düzel'in
sorularına cevap veren Sosyolog Ahmet çiğdem'in konuşma bütünü içinde,
elbette tartışılacak taraflar var... Ancak; "İslâm'dan söz etmeden
sosyal sorunları tartışamayız" şeklindeki sözleri, "çok doğru bir
tesbit"tir!..
DİN OLMADAN ASLA!
Gerçekten de, bu
toplumun "maya"sı İslâm'dır!.. Dolayısıyla, İslâm'ı "ölçü" almadan,
İslâm'ı "referans" almadan çıkılacak bir yol, "çıkmaz sokak"tır!..
İslâm'ı dikkate almadan bulunacak bir çözüm, asla "sadre şifa
değil"dir!..
Şöyle diyor Sosyolog Ahmet çiğdem:
"Türk toplumunu
anlamak ve tanımlamak için 'din' olgusuna müracaat etmek zorundayız.
Türk toplumunun modernleşmesini, evrimini, gelişme istikametini dine
bakmadan anlayamayız.
Biz, sosyal sorunlarımızı İslâm'dan
bahsetmeden tartışamayız. Mesela yurttaşlık sorunundan, Kürt
meselesinden bahsederken mutlaka İslâm sorununu da tartışmak
zorundayız."
"çünkü" diyor, Ahmet çiğdem;
"Bu ülkede, milli
kimliği Osmanlı "Müslümanlık" üzerinden Kemalist modernleşme ise
"Türklük" üzerinden tanımladı... Aslında, Türk kimliğinin içeriği
boştur... Bu kimlik içeriksizdir!..
1980'den bu tarafa Türkiye bir
dönüşüm yaşıyor. Dışa açılıyor, kapitalistleşiyor, liberalleşiyor,
Türkiye biraz daha kentleşti. Anadolu'ya sermaye geldi, insanların
cebine kredi kartları girdi. Ama bütün bu ekonomik ve sosyolojik
dönüşümlere denk gelebilecek, karşılık olabilecek bir kültürel dönüşüm
olmadı Anadolu'da
Biz; düşünceye ve kültüre ihtiyacımız olmadan
zenginleşmek istiyoruz... Ama, böyle zenginleşmek imkânsız... Aksine,
toplum daralıyor, kültürel ve siyasal sorununu çözemiyor... Dünyamız
dar kalıyor!"
Sosyolog Ahmet çiğdem'in bu "teşhis" ve "tesbit"leri üzerinde, herkesi düşünmeye ve kendini sorgulamaya davet ediyorum!..
Denilmek istenen, özetle şu:
"Din olmadan asla!"
Yani,
"zengin" olabilirsiniz, "sosyete"ye karışabilirsiniz veya daha başka
bir şey olabilirsiniz ama "Müslüman" değilseniz, siz aslında "hiçbir
şey"siniz!..
Evet, "adam" bile değilsiniz!..
İSRAFçI BİR TOPLUM OLDUK!
Biliyorum, böyle bir konuya niçin girdiğimi merak ediyorsunuz...
Efendim, sebebi şu:
Geçtiğimiz günlerde; "birkaç aile" ile birlikte bir "yemek daveti"ne icabet ettik...
Biraz "fazla" olmasına rağmen, ev sahibesi hanımın tabağıma koyduğu yemeğin tamamını bitirdim.
Benim gibi misafir olan yanımdaki arkadaş; "Hasan bey" dedi, "çok acıktığınız belli... Maşallah sildiniz, süpürdünüz!"
O an baktım, arkadaşın tabağında "yemeğin dörtte biri" duruyor!..
Tabiî, o yemek çöpe atılacak!..
"Acıktığım için değil" dedim, "dinim böyle emrettiği için sildim-süpürdüm!"
Arkasından da sordum:
"Peki, siz niye bitirmediniz yemeğinizi?"
Ne dese beğenirsiniz;
"özellikle
bıraktım... Eğer tabağımdakilerin tamamını yeseydim, görgüsüz
derlerdi... Ya da, kıtlıktan çıkmış kadar aç olduğumu filan
zannederlerdi!"
O zaman anladım ki;
Bardakta "meşrubat" veya tabakta "yemek" bırakmak, bir "sosyete modası" olmuş!.. Ne acı değil mi?..
Oysa, Cenab-ı Hak, kitabımız olan Kur'an-ı Kerim'inde buyurur ki;
-
"Elini boynuna bağlı tutma (cimrilik yapma). Onu, büsbütün de
açıp-saçma. (İsraf da yapma), sonra kınanır, kaybettiklerinin hasretini
çeker durursun."
- “Yiyin, için, fakat israf etmeyin.”
Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (s.a.v.) de şöyle buyurur:
- "İktisat eden zenginleşir, israf eden fakirleşir."
"Yiyip için, giyinin ve tasadduk edin. Fakat israf ve kibirden sakının."
Demek oluyor ki;
İnsanların veya toplumların hayatından "din"i dışlarsan; "haram" da normalleşir, "israf" da!..
O an, şöyle bir düşündüm de;
Bir
zamanlar, "ne güzel insanlar"dık bizler... İslâm'ın emir ve yasakları,
"gen"lerimize kadar öylesine işlemişti ki; yere bir "ekmek parçası"
düşse, hemen eğilip, ekmek parçasını yerden alır ve üç defa öpüp,
başımıza götürdükten sonra, yerine koyardık...
Ekmek, bizim için o kadar "kutsal" ve "değerli"ydi ki; "yemin" ederken bile "Ekmek-Kur'an çarpsın ki!.." derdik!..
Ya şimdi?..
"Modern"leşen, "sosyete"leşen, "çağdaş"laşan, "elit"leşen ve "laik"leşen günümüz insanlarının çoğu ne yapıyor?..
"Tabağında yemek bırakıyor!"
Dahası da var;
Bir de "ekmekle ağzını silen" zırtabozlar var ki; korkarım bu gibiler yüzünden bir gün, "başımıza taş yağacak!.."
HER çİNLİ BİR PİRİNç TANESİ İSRAF ETSE!
Görüyorsunuz ya;
"Müslümanın 24 saati"ni düzenleyen "din", hayatımızdan çıkınca, "dinin yasakladığı" her şey "moda" oluyor, "kural" oluyor!..
Kısacası, "din" dinlikten, "insan"lar insanlıktan çıkıp, "hayvandan da aşağı" bir mahlûk haline geliyor!..
O
günkü yemekte, "tabakta yemek" veya "ekmek artığı" bırakmanın ne demek
olduğunu anlatmak için, Prof. Dr. Saffet Solak'ın bir hatırasını
naklettim.
Prof. Solak, yaşadığı bir olayı şöyle anlatıyordu:
"Amerika’da
master yaptığım yıllarda, çalıştığım üniversitenin yemek salonu açık
büfe şeklindeydi. öğrenciler ve hocalar dilediği yemekten, salatadan,
meyveden veya tatlıdan dilediği kadar alabiliyordu.
Yemekhanenin giriş kapısında “Yiyiniz içiniz, fakat israf etmeyiniz” anlamına gelen şu yazı vardı:
“Take what you need. Eat what you take.”
(Yiyeceğin kadar al, aldığını da ye.)
Bir
gün aynı masada yemek yediğimiz çinli bir arkadaşı, tabağında kalan son
pirinç tanesini almaya çalışırken görünce dayanamadım... Denemek için
dedim ki:
“Bir pirinç tanesi için neden bu kadar uğraşıyorsun? Bırak tabakta kalsın.” çinli arkadaşın verdiği cevap çok düşündürücüydü:
“Her
çinli bir pirinç tanesi israf etse, çin nüfusuyla çarp bakalım kaç ton
pirinç yapar? Biz kalabalık bir ülkeyiz, israf etme lüksümüz yoktur.”
Yine denemek için dedim ki:
“Şu anda çin’de değil, Amerika’dasın. Tabağında bırakacağın pirinç tanesi çin’i değil, Amerika’yı zarara uğratacaktır.”
Güldü. “Amerika’yı bu şekilde zarara uğratmak onurlu bir davranış olmaz” dedi.
çinli
arkadaşı bu onurlu davranışından dolayı tebrik ettim. Bir Müslüman
olarak düşüncesini paylaştığımı söyledim. Rabbimizin bu konudaki,
“Yiyiniz içiniz, fakat israf etmeyiniz. çünkü Allah müsrifleri sevmez”
buyruğunu açıkladım. çok hoşuna gitti. Tam o sırada, ürdünlü bir
arkadaş tabağındaki yemek artıklarını çöp sepetine boşalttı. Bunu gören
çinli arkadaş ürdünlüyü göstererek: “O Müslüman değil mi?” dedi.
O
kadar üzüldüm ki, ne diyeceğimi bilemedim. “Dur, bunu kendisine
soralım” dedim. ürdünlü arkadaşa seslendim. çinli ile aramızda “nimete
saygı ve israf” konusunda geçen konuşmaları aktardıktan sonra dedim ki:
“Arkadaş seni yemek artıklarını çöpe dökerken görünce, ‘O Müslüman
değil mi? Neden israf ediyor?’ diye sordu. Ben de bunu kendisine
soralım dedim.”
ürdünlü arkadaş çinliye döndü. Kendinden emin bir
şekilde: “Ben kendi ülkemde israf etmem. Amerika’yı sevmiyorum. Burada,
ne kadar çok israf edersem Amerika’yı o kadar zarara uğratmış olurum”
dedi.
çinli: “Bu düşüncen onurlu bir düşünce değil” dedi.
GüNDE 1.5 MİLYON EKMEK çöPE!
Prof. Solak'ın aktardığı bu olay, elbette "ibret dersleri" ile dolu!..
Hele, "çinli"nin verdiği cevap:
"Her çinli bir pirinç tanesi israf etse, çin nüfusuyla çarp bakalım, kaç ton pirinç yapar?"
Kaç ton pirinç yapacağını bilmiyorum...
Ama, şunu biliyorum:
Dünya
genelinde her gün 25 bin insan açlıktan ölüyor. Her gün 800 milyon
insan aç yaşamak zorunda kalıyor. Küresel boyutta gıda sıkıntısının baş
gösterdiği bugünlerde sadece İstanbul’da her gün 1,5 milyon ekmek çöpe
gidiyor.
İstanbul’daki ekmek israfına dikkat çeken İstanbul Büyükşehir Belediyesi Başkanı Kadir Topbaş demiş ki,
“Her
gün 1.5 milyon ekmeğin çöpe gitmesi demek, her yıl 700 otobüsün çöpe
atılması, her yıl 30 okulun çöpe atılması demektir. Ve her yıl 25
hastane yok ediliyor.
Aynı zamanda; günde 1.5-2 milyon ekmekten,
her ay 60 milyon ekmek 50 bin işçi maaşı demek. 50 bin insanın istihdam
gücünü çöpe atıyoruz anlamına geliyor."
ŞİŞKO'LAR VE SISKA'LAR!
Ne ilginç bir tablo değil mi;
Bir yanda "açlıktan ölen" insanlar, bir yanda da "tokluktan ölen" insanlar!..
Başbakan Tayyip Erdoğan'ın, dün Ankara'da "dünya çocukları"nı kabul töreninde dediği gibi;
"Dünyanın
kaynakları, herkese insanca bir hayat seviyesi sunacak kadar bol ve
bereketli... Ancak bunların dağılımında adaletsizlik yaşanıyor... Bu
adaletsizliğin, fizik ve doğal sebepleri bulunabilir... Ama asıl sorun,
duyarsızlıktır... Bütün insanlığın, aynı zaman diliminde de olsa
homojen bir gelişim süreci yaşamadığı bir gerçektir!..
Aramızda
obezite sorunu yaşayan yok değil mi? Obezite sorunu yaşayan çocuklarla,
açlıktan bir deri, bir kemik kalmış çocukların görüntülerinin yol
açtığı çelişki hepimizi üzüyor."
üzülmemek, elde mi?..
Bir yanda "şişko"lar, bir yanda "sıska"lar!..
Hani,
"şişko" biri, "dünya açlıktan kırılıyor" demiş de, bir başkası lâfı
yapıştırmış ya; "Sana bakan da, bu açlığın sebebini anlar!"
ABD'nin ve Batı'nın "adalet anlayışı" da böyle değil mi?..
Bir yanda "obezite"ler, bir yanda "bir deri, bir kemik" kalmış insanlar!..
Peki, "insanın kanını donduran" bu tablonun sebebi ne?..
Tek sebep, "din"i, özelikle de "İslâm dini"ni insan hayatından dışlamak!..
İnsanoğlu, bu gerçeği görmediği sürece; yeryüzünden ne "vahşet" kalkar, ne "zulüm", ne de "israf!"
Ben; bunu bilir, bunu söylerim!..
-----------
Herkes, kendi işine baksın!
Prof.
Dr. Bayraktar Bayraklı'nın; “Allah, Kur’an-ı Kerim’de ibadethaneleri
sayıyor. Hac suresinde belirtilen ibadethaneler; kilise, havra ve
mesciddir. Cemevinde ise folklör yapılıyor, semah yapılıyor” sözleri
üzerine, "Alevi Dedesi Prof. Dr. İzzettin Doğan" demiş ki; “Namazın ne
şekli vardır, ne zamanı, ne de yeri. Onun için benim kullandığım klasik
deyimdir: At üstünde giderken Tanrı’yla hemhal isen, namaz
halindesindir. Yani at üstünde de namaz kılınabilir.”
Dede Doğan, bu sözleriyle "cemevleri"nin de bir "ibadethane" olduğunu iddia ediyor!.. Kendisine bir tek soru sormak, yeterli:
"Sizin çok sevdiğinizi söylediğiniz Hazreti Ali, hayatının herhangi bir evresinde saz çaldı mı, semah yaptı mı, Dem'lendi mi?"
Cevabı
gayet basit: Hazreti Ali (r.a.) hayatı boyunca "namaz" kıldı, "oruç"
tuttu ve son nefesini de "Allah'ın bir neferi" olarak verdi!..
O halde, "Alevi Dedesi Doğan" ne demek, ne yapmak istiyor?..
Ya "Alevi olmadıklarını" açıklasınlar, ya da "İslâm'dan başka bir dine inandıklarını" söylesinler!..
"İslâm'ın
ibadet şekilleri" hakkında ahkâm kesmek, Prof. Doğan'ın işi değil!..
Herkes haddini bilmeli ve kendi işine bakmalıdır!.

http://www.habervaktim.com/yazaroku.php?id=3209
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://www.canmuhammed.ile.biz
 
Din dışarı, açlık ve zulüm içeri!
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası
 Similar topics
-

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
FORUM ANA SAYFA :: «««««Edebiyat Bölümü»»»»» :: Deneme ve Makaleler!...-
Buraya geçin: