FORUM ANA SAYFA
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.



 
AnasayfaPortal*GaleriAramaLatest imagesKayıt OlGiriş yap

 

 Ahh şu dinci (!) gazeteler olmasa!

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
taz
Sitenin Onur Üyesi
Sitenin Onur Üyesi
taz


Erkek Mesaj Sayısı : 1497
Yaş : 45
Kayıt tarihi : 18/04/08

Ahh şu dinci (!) gazeteler olmasa! Empty
MesajKonu: Ahh şu dinci (!) gazeteler olmasa!   Ahh şu dinci (!) gazeteler olmasa! Icon_minitimeÇarş. Nis. 30, 2008 11:09 pm




Hasan Karakaya - Vakit
hasankarakaya@vakit.com.tr
2008-04-21

Ahh şu “dinci” (!) gazeteler olmasa!
Herhalde,
Osmanlı maarif nazırlarından Emrullah Efendi'ydi... "Şu mektepler
olmasa, Maarif'i ne güzel idare ederdim" sözü tarihe geçmiştir!..
Emrullah Efendi'nin bu sözünü, hayatın her alanına
uygulayabilirsiniz... Meselâ, "kartel gazeteleri" de, bu sözden
hareketle; "Şu dinci (!) gazeteler olmasa, palavraları ne güzel
yuttururduk" diyebilir... Buna "diyebilir" değil de, "diyorlar" demek
daha doğru olur!.. Gerçekten de; "dinci" (!) gazeteler olmasa, "kartel"
gazeteleri, "haber" kılıfına sardıkları "yalan"ları, şu millete ne
güzel yuttururlardı... Bugüne kadar yutturdukları gibi!.. Ama, artık
yutturamıyorlar!.. çünkü, "dinci"(!) dedikleri "İslâmî hassasiyeti"
olan gazeteler, "yalan"ları anında "deşifre" ediyor ve "gerçek"leri
ortaya çıkarıyor!..
“HüRRİYET KAOS PEŞİNDE!”
İşte, bugünkü manşetimiz... "Hürriyet kaos peşinde" başlıklı haberimiz, CHP Genel Başkan Yardımcısı Onur öymen'le ilgili...
Hürriyet'in haberine göre; Onur öymen, Amerikalı McClatchy grubunun gazetelerinde yer alan konuşmasında diyesiymiş ki;
"Türban da faşist gömleği gibi!"
Şimdi
yapılması, daha doğrusu bizim yapmamız gereken nedir?.. Bu açıklamayı
"doğru" kabul edip, "Onur öymen'i eleştirmek" ve onu "özür" dilemeye
davet etmek değil mi?..
öyle ya;
Bir "açıklama" var ortada... Ve bu açıklamada yer alan ifadeler, "hakaret"lerle dolu ve yenilir-yutulur cinsten değil!..
Dediğimiz gibi;
Böyle bir "hakaret"e karşı, en azından Vakit'ten beklenen tavır, "öymen'i eleştirmek"tir!..
Meselâ, diyebilirdik ki;
"Onur öymen, bu çirkin ve yakışıksız sözleriyle, başörtülülere hakaret etmiştir, derhal özür dilemelidir!"
Ama biz, bunu yapmadık!..
"Vur fakat dinle" prensibinden hareketle, "vurmadan" önce, Onur öymen'i "dinlemeyi" tercih ettik!..
Ankara
Bürosu muhabirlerimizden Aslan Değirmenci, Hürriyet'in haberi üzerine
Onur öymen'i arayıp, "Doğru mu?" diye sordu, "Bu sözleri sarfettiniz
mi?"
İşte, Onur öymen'in cevabı:
"ABD basını yalan yazdı...
Hürriyet de bu yalana, bana sormaya bile gerek hissetmeksizin
sarıldı... Bunların amacı ülkemizde gerilim ve karışıklık meydana
getirmek. çok ayıp ve yanlış!.. Ben asla böyle bir ifade kullanmadım.
çok açık, kes-yapıştır taktiği uygulanmış... Bunu ABD basınının
yapmasını anlarım ancak Hürriyet'in durumu özellikle manidardır!..
'Türban da faşist gömleği' başlığı ile yayınlayarak kaos üretiyorlar!.. Bu çok ayıptır. Dış basının oyununa gelinmiştir.
Hedef gösterildim.
Neden Hürriyet bana telefon açmıyor?
Açıkça Hürriyet başlığı ile benim türbanlı insanlara faşist dediğim yazılmış.
Asla bu doğru değildir.
Hürriyet bana telefon açma gereğini bile duymuyor.
İşte
Vakit olarak siz gazeteciliğin gereğini yaptınız ve beni arayarak
'Sayın öymen bu sözler size ait mi?' diye sordunuz. Siz de pekalâ
Hürriyet gibi gazetecilik yaparak bana hücum edebilirdiniz.
Gazetecilik mesleğinin saygınlığı için muhataba da söz hakkı vermek gerekir."
Görüyorsunuz ya;
"Söylenmeyen
bir söz" nasıl da kocaman haber oluyor.. "Onur öymen hedef gösterilmiş,
ülkede gerilim ve kaos oluşmuş" kimin umurunda?..
Peki, "Vakit" olmasaydı ne olacaktı?..
Olacağı şu:
O başlık, yani "türban da faşist gömleği gibi" başlığı hafızalara kazınacak ve "Hürriyet okurları" bunu, böyle bilecek!..
Tabiî, bu, "madalyon"un bir yüzü... "Madalyonun öteki yüzü"nde ise, şöyle bir durum var:
Dikkat
ederseniz, böyle bir "yalan" için, Onur öymen, yani "bir CHP'li"
seçilmiş!.. CHP'nin "başörtüsü yasakçılığı" konusundaki keskin tavrı
bilindiğinden; demek oluyor ki, bu elbise, "CHP'ye uygun" görülmüş!..
çünkü CHP, böyle bir "oyun"da "kullanılmaya" hem "zemin" olarak, hem de "ideoloji" olarak müsaittir!..
Gerek Onur öymen'in, gerek CHP kurmaylarının; en azından bundan sonra, "daha dikkatli" olmalarında yarar var, diye düşünüyoruz!
Zira, Vakit gibi "dinci" (!) gazeteler, her zaman imdatlarına yetişmeyebilir!
KAMER GENç VE TAHRİKLER!
Onur öymen'le ilgili "yalan" haberin "maske"sini böylece düşürdükten sonra, gelelim şu "Kamer Genç krizi"ne...
Malûm,
Cuma günkü Meclis Genel Kurulu'nda Tunceli Milletvekili Kamer Genç'in
"esas oğlan"lığa soyunduğu bir "film", bir "şov" yaşandı!..
AK
Parti'li miletvekillerini "tahrik" ve "tahkir" eden Kamer Genç,
"beklediği tepki"yi gördü!.. Evet, AK Parti'lilerin, "Kamer Genç'in
üzerine yürümeleri" beklenen bir olaydı...
çünkü Genç, "böyle olmasını" istiyordu!..
Sonuç
malûm... "CHP"den tutun da, "kartel medya"sına varıncaya kadar hemen
herkes, "AK Parti'nin demokratlığı"nı tartışmaya başladı.
Hayatında
"cami" lehinde konuşmayan ve bir tek olsun "cami temeli" atmayan CHP
Genel Başkanı Deniz ****** ise, önceki gün Ankara'da temelini attığı
"Cemevi"nin töreninde yaptığı konuşmada dedi ki;
"İlk kez Meclis'te
genel kurul salonunda 40-50 kişilik bir AKP'li kadro, topluca bağımsız
bir milletvekilini, kürsüde konuşurken de değil, konuşmasını
bitirdikten sonra saldırıya muhatap yapma ihtiyacını hissetmiştir.
Utanç verici bir olaydır."
Bu sözler üzerine şöyle sormak mümkün:
"Hırsızın hiç mi suçu yok?"
Tamam,
AK Partili milletvekilleri "tahammülsüz"dür!.. Peki ama, onları "tahkir
ve tahrik" edip, mesela "Cumhurbaşkanı" ve "Başbakan"dan söz ederken
"Sayın" demeyen, dahası "Abdullah" ve "Tayyip" demekte ısrar eden Kamer
Genç'in hiç mi suçu yoktur!?!..
Bu soruya cevap vermeden önce, dünkü Vakit'te yer alan bir habere dikkatinizi çekmek istiyoruz...
"Provokasyon tutmadı" başlıklı haberimiz özetle şöyleydi:
"Cuma
namazı öncesinde Eyüp Camii avlusunda yaşanan bir provokasyon girişimi,
cemaatin sağduyulu yaklaşımı sonucu olaysız atlatıldı.
Cuma
namazından dakikalar önce, cemaat avluda yerini aldığı sırada avluya
girerek cemaatin önüne geçen ve sırtında Haç, Siyon yıldızı ve Hilal
simgelerinin yer aldığı bir tişört olan kişi, dakikalarca burada
dikildi. Cemaat oturur vaziyette vaaz dinlerken, o, ayakta cemaate
sırtı dönük şekilde durdu.
Ne yapmak istediği anlaşılamayan genç,
giyimi, tavırları ve üzerinde taşıdığı tişörtün tahrik edici unsurlar
taşıması sebebiyle cemaati rahatsız etti. Cemaatin müdahale etmek
yerine güvenlik görevlilerine haber vermesi üzerine olay yerine gelen
emniyet görevlileri, gence müdahale etti. Genç, olay yerinden emniyet
görevlilerince götürüldü."
Hele söyleyin, bundan büyük "tahrik" olur mu?
Düşünebiliyor musunuz;
Adam
"cami"ye geliyor ama sırtındaki tişörtte "Müslüman"ların hazzetmediği
Hıristiyanlığın sembolü "Haç" ve Musevilerin sembolü "Siyon Yıldızı"
var!..
Ve herkes "oturur" iken, o "ayakta" bekliyor!.. üstelik; herkes görsün diye, "sırtı cemaate dönük" vaziyette!..
Adeta demek istiyor ki;
"Kalkın, bana saldırın!.. Saldırın ki, kartel gazeteleri dinci(!)lerin linç girişimini yazsın!"
Açık ve net söyleyelim:
Böylesi
durumlarda, insanlar her zaman "tahammül" edemeyebilir!.. Böylesine
"tahkir" ve "tahrik"ler, her zaman anlayışla karşılanmayabilir!..
Bereket ki, cemaat, "provokasyon"u görmüş ve "polis"e haber vermiş!.. Allah korusun; ya "işi, kendi halletmeye" kalksaydı?!?..
Ondan sonra, ayıkla pirincin taşını!..
Demek oluyor ki;
İnsanlar,
gerek bulundukları "ortam"larda, gerek "eylem ve söylem"lerinde, mümkün
olduğunca "tahrik ve tahkir"den kaçınmalıdır!..
Aksi halde, "istenmeyen olaylar" cereyan edebilir!..
Buna, Kamer Genç de dikkat etmeli ve "asgari nezaket kuralları"na uymalıdır!..
öyle ya, her insanın bir "tahammül sınırı" vardır ve herkesin sınırı, birbirinden farklıdır!..
Hiç kimse, "meydan boş" zannedip de, "at koşturmaya" kalkmamalıdır!..
Sen, kalkar;
"Müslüman"ların
ibadet için bulunduğu "cami"ye, üzerinde "Haç" ve "Siyon Yıldızı" olan
bir tişörtle gidersen, ya "provokatör"sün demektir, ya da "saldırıya
davetiye" çıkarıyorsundur!..
YARGIYA Hİç Mİ BASKI YOK?
Bunu da böylece ifade ettikten sonra, gelelim şu "yargıya baskı" meselesine...
Malûm;
"367 Ucubesi"nin gündeme geldiği ve CHP Genel Başkanı Deniz ******'ın;
"Ya 367'ye evet derler, ya da çatışma çıkar" diyerek Anayasa Mahkemesi
üyelerini "tehdit" ettiği günlerde; bir "kuvvet komutanı"nın da,
Anayasa Mahkemesi üyelerine giderek; "Ya Gül'ün Cumhurbaşkanlığını
önleyecek bir karar alın, ya da darbe olur!" dediği, dönemin Anayasa
Mahkemesi Başkanı Tülay Tuğcu'nun da; "Bunu torunlarımıza nasıl
anlatırız?" diyerek karşı çıktığı ve hatta "ağladığı" iddia edilmişti.
Geçen
hafta Cuma günü önce Tülay Tuğcu, sonra da dönemin Deniz Kuvvetleri
Komutanı emekli Oramiral Yener Karahanoğlu, haklarındaki iddiaları
yalanladılar!..
Tülay Tuğcu, "Dönemin mahkeme başkanı olarak böyle
bir olayın kesinlikle muhatabı olmadığım gibi, ne bir komutan, ne bir
asker ya da sivil kişiden bu yönde değil tehdit, ima dahi gelmemiştir.
Anayasa Mahkemesi üyeleri, önlerine gelen davaları her zaman ve her
koşulda hukuka ve vicdani kanaatlere göre, her türlü etkiden uzak
olarak karara bağlarlar. Bundan kuşku duyulmamalıdır" derken, Yener
Karahanoğlu da; "öyle, haber verilerek darbe mi yapılır?.. Darbe
yapmanın da kuralları ve gizliliği vardır" şeklinde bir açıklama yaptı.
Milliyet'ten
Fikret Bila'nın, Radikal'den Murat Yetkin'in, adeta "Anayasa Mahkemesi
ve Paşa'yı aklama" amaçlı haber ve yazıları, bir başka tartışmayı
beraberinde getirdi.
"367 tartışmaları" sürerken, araya Avrupa
Konseyi Parlamenterler Meclisi tarafından yayınlanacak olan "AK
Parti'ye destek bildirisi" girdi!..
Hürriyet başyazarı Oktay Ekşi
başta olmak üzere, kartel yazarları kıyamet koparıyor. "AK Partili
milletvekilleri, Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi'nden destek
mesajı yayınlanmasını nasıl isterler?" diye soruyorlar ve ekliyorlardı:
"ülkenin yargısına intikal etmiş bir mesele hakkında, müdahaleye izin
verilmez. Biz sömürge miyiz? Ulusal onurumuz yok mu?"
10-12 HAZİRAN 1997 BRİFİNGLERİ
Gerek
bu yazılar, gerek "367'de asker baskısı" konulu görüşler üzerine, Nazlı
Ilıcak; "Yargıya intikal etmiş bir konuda kimsenin söz söyleme hakkı
yok, öyle mi?" diyor, sonra da "Peki, 28 Şubat sürecinde yapılanlar
neydi?" sorusunu yöneltip, şunları yazıyordu:
"10 ve 12 Haziran 1997
tarihlerinde, Genelkurmay'ın yargı mensuplarına verdiği brifingleri
hatırlatmak isterim. Refah Partisi'nin kapatma davası 22 Mayıs 1997'de
açılmıştı.
10 Haziran 1997 tarihli brifinge, başta Anayasa Mahkemesi
Başkanı Yekta Güngör özden, Yargıtay Başkanı Müfit Utku, Danıştay
Başkanı Firuzan İkincioğulları, Sayıştay Başkanı Vecdi Gönül, Yargıtay
Cumhuriyet Başsavcısı Vural Savaş, Askeri Yargıtay, Askeri Yüksek İdare
Mahkemesi'nin üyeleri ve başkanları olmak üzere, tam 420 savcı ve hâkim
katıldı.
12 Haziran brifingine ise, Yargıtay'ın bütün hakimleri iştirak etti.
Brifinglerde, Refahyol iktidarı açıktan açığa suçlanıyor, irtica tehlikesinin PKK'nın önüne geçtiği belirtiliyordu..."
Ilıcak'ın bu yazısı da gösteriyordu ki, yargı mensupları zaman zaman "baskı"ya maruz kalabilir!..
Kâh "brifing"e çağrılarak, kâh "ziyaret"e gidilerek!..
Bütün
bunlardan sonra, demek istediğimiz şu: Türkiye'de artık, "tek sesli,
tek tip" gazeteler yok!.. Eskiden, "kartel" gazeteleri ne yazarsa,
insanlar ona inanır ve onu doğru kabul ederdi...
Ama artık, meydan "boş" değil ve onlar da rahatlıkla at oynatamıyor!..
çünkü artık, "dinci"(!) gazeteler ve "dinci"(!) yazarlar var!..
"Maske"leri indiren ve "gerçek çehre"leri deşifre eden "dinci"(!)ler!..
Selâm, saygı ve gönül dolusu muhabbetlerimizle...


http://www.habervaktim.com/yazaroku.php?id=3186
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://www.canmuhammed.ile.biz
 
Ahh şu dinci (!) gazeteler olmasa!
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası
 Similar topics
-

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
FORUM ANA SAYFA :: «««««Edebiyat Bölümü»»»»» :: Deneme ve Makaleler!...-
Buraya geçin: